Merhaba. Sizi hayallerimde yolculuğa çıkarmak istediğim bir başka blog yazısından seslenmenin heycanındayım…
Hadi hayal etmeye başlayalım… Gelecek zamanda bir dünya… Monitörler yok, hoparlörler yok kalite anlayışı çok ama çok değişmiş… İletişim son düzlükte belkide.
Şimdi bu hayali yaşatan yaşanmışlığa dönmek istiyorum. 25 temmuz 2015. Katıldığım PhpKonf adlı konferansta popülerleşen teknolojilerden oculus rifti örnek verdi hocamız.
Kimileri için oculus rift i bir devrim gibiyken nedense bana pek de öyle gelmedi… Böyle düşünmemin nedeni ise tekniğin değişmemiş olmasıydı. Ancak bu bende bambaşka bir düşünceye yol açtı. İletişim çağının gidebileceği yer!
Düşündüğümüzde ne kadar parlak ve kaliteli ekranlar yaparsak yapalım ve ne kadar geniş olursa olsun bir şeyi gerçekten görmenin yakınlarına bile yaklaşamıyor… Peki ya makinalarla iletişimde en büyük engelimiz olan duyu organlarımızı devreden çıkarırsak? Misal kulaktan gelen sinirlere kulağın verdiği sinyalleri taklit eder şekilde bir cihaz yerleştirebilirsek? Hatta bunu göze de yapabilirsek? Ses ve kalite sınırımız beynimizin algılayabileceği maksimum seviyeye çıkmaz mı?
Biliyorum Matrix filmine doğru yol alıyoruz ama o kadar gitmeyelim bence. Belki telepatiye de benziyor ama karşı taraf bir cihaz olunca algı ve hatırlama kapasitemiz sensörlere ve disklerle alabildiğine gelişiyor. Düşünün, gelecekte bir zamanda Eren gözlerini kapatıyor ve zihninde görüntüler oluşuyor. Mesela bir tabloda 9 tane tuş bulunuyor ve bu tuşların herbiri başka renk. Film izlemek için kırmızı renge odaklanıyor zihnin o an kırmızı renge odaklandığını algılayan cihaz “play” diyor ve film başlıyor… Sınırsız kalite, bas, piksel… Hey! sanırım bununla yapılabileceklerin sınırı yok…
Bir kaç sahne paylaşmak istiyorum sizinle. Evde dinleniyorken iş yerinizde bir sorun çıktı. Uzaktan kumanda edebildiğiniz bir robot gördüklerini size aktarıyor, duyduklarını duyuyorsunuz da. Hemde hiç bir kayıp olmadan. Hatta bu robotun gözlerinde dürbünler, mikroskoplar var kulakları insanlardan çok daha hassas hem herhangi bir yere korkmadan uzatabileceği parmakları bile var 🙂 Belki de nöbet tuttuyor bir askerin yerinde. Ancak olay şu ki düşünmüyor, herhangi bir zihni yok… Yani sensör ve motor yığını… Sonra düşünün… Uzaktaki bir arkadaşınızla zihninizden yazışıyorsunuz… Sonra ona şu video yu gördün mü? diyerek cihazınızdaki görüntüyü gönderiyorsunuz. Arkadaşınız gözlerini kapatıp izlemeye başlıyor… Gizliliği bile oldukça güzel değil mi?
Dikkatinizi çekmek isteğim şey şu. Bu dediğim teknolojilerin bugünkilerden pek farkı yok. Sadece insanlık olarak yanlış yerde gelişimi arıyoruz bence. Bence yapay zekaya verdiğimiz emeğin daha fazlasını beynimizin bir şeyi izah etmek için dile ve görmek için göze olan ihtiyacını bitirmeye verip fiziksel kısıtlamaları yok etmeliyiz.
Bu düşünce size de garip gelmedi mi? Peki bir de şöyle düşünelim. Bilgisayarda saklandığı haliyle aslında ses olmayan bir veriyi önce sese çevirip sonra o sesi kulaklara iletmek için uğraşmak, iletişim kablolarını kesip sonra tekrar bantlamaya benzer şekilde kalite kaybına neden olmaz mı?
Peki ya görüntüleri sensörler yardımıyla direk beynin algılayabildiği bir formatta saklayabilseydik… Evet, bence olması gereken de bu. Dinleyeceğim müziğin benim zihnimde canlanacağı haliyle bilgisayarımda beklemesi ve direkt olarak zihnime verilebilmesi.
Yani yapay zeka yerine tasarımları hayal ederek oluşturan bir tasarımcı sizce daha iyi olmaz mıydı? Ya zihninde bir algoritmayı tamamen çalıştırabilen anlık debug yapabilen bir programcı?
Neyse kafanızı yeterince karıştırdıysam şunu belirtmek isterim. Hiçbir zaman sevdiğiniz kadının yüzünü görmenin, elini tutmanın size yaşattıklarını yaşatamayacak bu teknoloji. Ama bir gün cihazlarda görüntü zihnimize nasıl gidiyorsa öyle kaydolacak disklere.
Eveet yeterince konuştuğuma göre netice kısmına gelebilirim 🙂 İnsan olarak bi köpek gibi burnumuz, kulaklarımız yok belki. Şahin gibi gözlerimiz de yok. Ancak hayran olunası nötron yıldızlarında bile olmayan paha biçilmez zihnimiz ve bizi biz kılan düşüncelerimiz var … İnsanlık olarak bence kanat yapmaktansa uçmanın gerekliliğini ortadan kaldırabiliriz. Birgün aklından “aceba şu nedir” diye geçiren insanın cevabı zihninde görebileceği iletişim seviyesine gelmeliyiz… Belki bu gidişat bizi sunucu dolabında sessizce çalışan bilgisayarlara çevirecek ama belkide dünyada fark yaratan tek varlığın, zihnimizin gücünü bize gösterecek…
Merakla kalın… Allah’a emanet.
Not: Sayın Hakkı ÖCAL ve Muharrem TAÇ hocalarıma fikirlerinden dolayı teşekkür ediyorum.